30 Ağustos 2010 Pazartesi

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!...



KARA HARP OKULU MARŞI



Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız (torunlarıyız),

Tufanları gösteren, tarihlerin yadıyız (hatırasıyız),

Kanla, irfanla (bilgiyle) kurduk biz bu Cumhuriyeti,

Cehennemler kudursa, ölmez nigahbanıyız (nöbetçisiyiz).



Yaşa varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle (kuvvetinle),

Göklerden gelen bir ses sana ne diyor, dinle:

Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen,

Kartal yuvalarında, hürdür millet seninle.



Yüz yıllardır Harbiye bu orduya şan verir,

Çıkardığı dehalar semalara yükselir

Baştan başa tarihtir mektebin her zerresi

Sarsılmayan azminle çelik kal'alar (kaleler) erir.



Şahikalar üstünde (zirvelerde) meydan okur bu erler

Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler

Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti

Tarihlere sorun ki bize "Ölmez Türk" derler.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Yeni evde ilk iftar

Yeni ev ve ilk iftar...Misafirlerim dayımlardı. Geçen sene doğru düzgün kimseyi iftara çağıramamıştım. O zaman Güldoş: "Seneye kendi evinde çağırırsın inşallah!" demişti. Öyle de oldu hakikaten. Menüdekilerin tek tek fotoğrafını çekemesem de paylaşmak istedim sizinle.

İftariyelik olarak zeytin ve hurma tabağı, peynir, bal ve kendi yaptığım şeftali marmelatını servis ettim.


Menünün geri kalanı ise;

Domates Çorbası


Izgara tavuk


Domatesli-Soğanlı bulgur pilavı


Fırında biberiyeli patates


Közlenmiş kırmızı biber


Zeytinyağlı közlenmiş patlıcan


Yoğurtlu kabak ve havuç


Zeytinyağlı barbunya


Şekerpare

20 Ağustos 2010 Cuma

Ev yapımı böğürtlen suyu

Erik suyundan sonra böğürtlen suyu da yaptım. Artık olabildiğince hazır meyve suları vs. içmemeye çalışıyorum. Zaten kola alışkanlığım yok. Bir tek soda içiyorum. Hazır bütün meyveler varken tam meyve suyu, komposto ve reçel yapma zamanı. Yapımı yine aynı. Büyük ve derin bir tencereye böğürtlenleri, bol suyu ve biraz şekeri koyun ve kaynatın. Böğürtlen; ishale, kansızlığa, hazımsızlığa, romatizmaya, saç dökülmesine vb. birçok rahatsızlığa faydalıymış. Şifa niyetine!

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Dikiş kutusu



Geçen gün dikiş kutusunun tozunu alırken, düğme kutusu ilişti gözüme. Kapağı açmamla anılar serildi önüme; annemin küpesi, kardeşimle oynadığımız lego parçaları, çekyatımızın düğmesi, babamın üniformasının bir parçası...80'lerin sonuna gittim...Erzincan'a...İlkokula...Ben o yıllar boyu uzun ve temiz görünümlü olduğu için okulun flamasını taşıyan küçücük bir kızdım. Ne uğraş vermiştim flamayı önümde yürüyen müdür yardımcına çarpmamak için...Saçımı bir tutamını tepeden fosfor yeşili tokamla toplardım. Çalışan bir annenin çocuğuydum. Kardeşime bakardım. Sert bir kış sabahı kardeşimle okula gitmek için apartmanın kapısını açmamızla kapamamız bir olmuştu. Dışarıda deli gibi bir tipi vardı...Erzincan'da soğuktan kışın çatılarda sarkıtlarda olurdu. Kırmızı bir pinokyom vardı, bisiklet sürmeyi öğrendiğim...Okulumuz eve çok yakındı, yürüyerek gider, gelirdik...Öbekbaşı bir yavrukurttum ben o yıllarda...Kahverengi gömleği ve kahverengi eteğiyle mahçup gülümseyen...Erzincan, annemin baba memleketi olduğu için akrabamız vardı bir sürü...Bazı haftasonları köye giderdik. İnekler, dut ağaçları, elma ağaçları, üzüm bağları, Erzincan çorbası, kete köy deyince aklıma gelenler...Çay içmeye başladığım yıllar...Annemin Kıbrıs'tan aldığı köpekli kupalarda içerdim çayı. Çay bardağı ile aram hiç olmadı!...Kırmızı çevirmeli bir telefonumuz vardı. Turuncu koltuklarımız, yine Kıbrıs'tan alınan papatyalı yemek takımımız, kütüptaneli çekyatımız...Annemin havuçlu keki meşhurdu. Bir de peynirli tuzlu keki. Havuçlu keki hala yapar, tuzlu keki ise uzun zamandır yapmadı. Belki de ben yapmalı, paylaşmalıyım en kısa zamanda...Annem hemşire olduğu için arasıra hastaneye bekar hemşire ablaların yanına giderdik. Doğumgünleri, yılbaşı partileri olurdu. Annemin gri bir paltosu vardı. Ben onu, o zamanlar çok meşhur olan vizon kürk zannederdim...Ekşisu'ya, poligona, Kırklartepe'ye, Şelale'ye giderdik...Biz çocuktuk...İnsanlar naifti sanki...

13 Ağustos 2010 Cuma

Ev yapımı erik suyu


Dün Alev iftarda erik suyu var deyince aklıma dolaptaki kırmızı erikler düştü.
Hemen kalktım, yaptım. Tarifi çok basit; erikleri bol suyla yıkayın. Sonra büyük bir tencerede yine bol su ve azcık şekerle kaynatıp, süzün. Buyrun size miss gibi ev yapımı erik suyu:) Ben çok şeker koymayı tercih etmedim. İsteyen sonradan balla tatlandırabilir. Bildiğim kadarıyla erik suyu; kansızlıktan, kabızlığa ve romatizmaya kadar birçok rahatsızlığa iyi geliyor. Şifa niyetine!...

12 Ağustos 2010 Perşembe

Orada bir köy var uzakta...


Kiminle konuşsam mutsuz büyükşehirde...Özellikle de İstanbul'da...Trafiğinden, insanlarından, gürültüden, stresten kaçmak istiyor herkes. Bir arkadaşım diyor ki oğlumun öğretmenini tanıyayım, büyüyünce nerede acaba diye düşünmeyeyim, İstanbul'da sahip olamadığım bahçeli evim olsun bir sahil kıyısında...İstanbul'a sadece kültürel faaliyetler için geleyim bir turist gibi...Bir başkası gel bir çiftlik kuralım beraber diyor! Organik ürünler üretelim; reçelinden salçasına, sabununa...Çocuklarımız köy okula gitsinler...Sicilyalılar gibi uzun, kalabalık sofralarımız olsun herkesin yüzünün güldüğü...Bana sorsanız; ben her yere uyum sağlarım aslında. Ne de olsa memur çocuğuyum. İlkokula bir yerde başlayıp, başka bir yerde bitirdim. Ortaokul da keza öyle. Kah batıda, kah doğuda olduk. O yüzden İstanbul'la çok derin bağlarım yok benim. Kuzum doğma-büyüme İstanbullu olmasına rağmen dilinde hep kaçmak var..."Büyük şehrin derdi de büyük olur." sözü doğru galiba. Trafiği de büyük, stresi de büyük. Küçük bir şehirde ya da bir kasabada insanın en fazla ne stresi olabilir ki diye düşünüyor insan ister istemez. Basit yaşam-basit dertler sloganımız olabilir. Slow Cities akımını duymuşsunuzdur mutlaka. Yavaş şehir; yavaş yemek, bol yeşil alan, çoğunlukla bisiklet kullanımı ve az nüfus...Şu anda Türkiye'de sadece Seferihisar bu ünvana hak kazanmış durumda. İncelense daha birçok yer çıkacaktır aslında...
Hepimizin istediği yavaş bir yaşam sanırım. Sakin, daha az stresli, daha doğal, daha küçük, daha basit bir yaşam...
Benim hayallerimi süsleyense; tabiki bir sahil kasabasında, büyük bir verandası olan bahçeli bir ev...O bahçede çocuklar koşuşturmalı, verandasında büyük sofralar kurulmalı en doğalından...Dostlarım iki adım ötede olmalı...Bahçemden topladığım domatesler kahvaltıda tabağımı süslemeli...Bir de kasabanın modern fırını olayım ben. Doğal ekmekler, poğaçalar, pastalar, kekler...Ne dersiniz? Gerçekleştirmek çok da zor olmamalı!

10 Ağustos 2010 Salı

Ramazan geldi, hoş geldi:)

Ben hatırlamıyorum hiç yaza geldiğini Ramazan ayının...32 senede bir geliyormuş şu sıcak günlere ama Ramazan demek kış demektir! Güneş erken batar, hava soğuktur, daha mesai bitmeden gelir iftar saati...Şimdi 8'i geçecek açtığımızda...Bakalım nasıl baş edeceğiz sıcaklarla? Sıcacık çorbaların yerini buz gibi limonatalar, kompostolar alacak bu sene. Dumanı üstünde yemeklerin de zeytinyağlılar. Üstüne de dondurma yakışır herhalde:) Herkese sağlıklı, serin, keyifli bir Ramazan ayı diliyorum...